İnsanlar, yaşamlarında üç şeyin daima daha fazlasını isterler. Prestij, para ve zafer. Bu üç şeye insanların yaşamlarındaki şeytan üçgeni diyebiliriz.
Bu şeytan üçgeni insanlara, yaşamı bir mum gibi gösterir. Oysa yaşam gelecek nesillere aktarılacak bir meşaledir. Biz, bu meşalenin ne kadar ışık saçmasını başarırsak onu gelecek nesillere o kadar iyi teslim ederiz.
Bu dünyadaki her insan yazgısının efendisidir. İnsanların, kaderin omuzlarına yüklediği acı ve güçlüklerin üstesinden gelme gücü vardır. Yeterki insanlar, yaşamdaki davalarına inanarak mücadele etsin ve azminden bir şey kaybetmesin.
İnsanlar, yaşamlarına hükmeden şeytan üçgeninden kurtulmak için vicdani değerlerine çok önem vermelidir. Çünkü vicdani değerlerinin el verdiği ölçüde özgür olan insan, kendisini ne kadar özgür hissederse yaşamındaki bu üç prangayı kırarak yaşam okyanusuna doğru mesafe kat eder. Aksi takdirde yaşamındaki bu üç pranganın esareti altında yaşayarak geleceğini imar edemez. Tüm yaşamını bu üç pranga çerçevesinde sınırlı şekilde yaşar ve tüketir.
İnsanlar, daha fazla prestij, para ve zafer elde etmek için yaşadığı sürece yaşamını sürekli çalışarak geçireceğinden yaşamdan hiçbir zevk almaz. Kendi ruhlarını bulamayan insanlar ise nefes alıp vermeyi yaşamak zannediyorlar.
İnsanlar, yaşamlarında her zaman para, prestij ve zafer kazanamaz. Yenildiği zamanlarda olacaktır. Bu dönemlerde yaşama bakış açısı ya yeniden var olmasını sağlayacak ya da bedbaht olmasına neden olacaktır.
İnsanlar, yaşamlarında meydana gelen olayların bir amacı ve her yenilgide bir ders saklı olduğunun farkına varırsa kişisel gelişim yolunda önemli mesafeler kat edecek ve kendi benliğine yani ruhuna bir gün mutlaka ulaşacaktır.
İnsanlar, şunu çok iyi bilmelidir ki kendilerini tanımak ve yaşamlarındaki şeytan üçgeninden kurtulmak için mutlaka bir başarısızlık yaşamalı ve bu başarısızlık karşısında dimdik ayakta durarak gerekli dersleri çıkarmalıdır.
Sonuçta her başarısızlığın içerisinde en az bir ders saklıdır.