Bir buzun nasıl eridiğine şahitlik etmeyenimiz yokturdur.
Ömrümüzde bir buz gibi eriyip gidiyor. Bir gün karşınıza ufak bir buz kütlesi alarak onun nasıl eridiğini seyredin. O buz eriyerek nasıl su haline gelip yok oluyorsa insanın ömrü de öyle yok olup gidiyor.
Ve biz, zamanın içerisinde boğulmuşuz, zamana yenik düşmüşüz. Kendi karanlığımızı aydınlatamadığımızdan bencilce yaşıyor, değil insanlığa kendimize dahi faydamız olmuyor. Her aldığımız nefes zarar, her geçen saniyemiz, dakikalarımız, saatlerimiz, günlerimiz, yıllarımız zarar.
Ve bir gün bakmışız Azrail (a.s) karşımıza dikilmiş canımızı alıyor. O an koskoca bir ömrün nasıl heba olduğunu anlayacağız ama sonuç belli;
'Koskoca Bir Hiç…'
Bir gün oturup da ömrümüzü nasıl yaşadığımızı hiç düşündük mü?
Bir gün denizle, bir kuşla, bir ağaçla ya da aynaya bakarak kendimizle hiç dertleştik mi?
Sorduk mu kendimize, ben neden böyleyim diye?
Soramayız.
Neden mi?
Çünkü kendimizden korkuyoruz. Korktuğumuz için cesaret edemiyoruz.
Bir sorsak, nefes alamayacak kadar battığımızı anlayacağız.
Bir sorsak kendimizden utanacağız ve aynada dahi kendi yüzümüze bakamayacağız.
Ömür dediğin bir buz misali elbette eriyip gidecek o erirken biz, öyle şeyler yapmalıyız ki yaşadığımız ömrün bereketi sonraki nesillere ışık olmalı.
Yaşam ise bir denizdir ve o denizde sadece yüzmeyi bilenler yaşar.
Bilmeyenler ise çırpınır durur.