Atatürk, bizlere en büyük eseri olan Cumhuriyet'i armağan ettiğinde tek bir vatandaşın dahi Cumhuriyet'ten hariç yaşamasını istemiyorum demişti. O, her zaman fikri ve sosyal inkılapların taraftarı olarak Yüce İslam dininin siyasete alet edilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Bu yüzdende din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak için laiklik ilkesini getirmiştir.
O, büyük mücadeleler vererek demokratik, sosyal ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Bu Cumhuriyeti kurarken de tek amacı her bir ferdin düşünce özgürlüğü içerisinde yaşamasını sağlamaktı. O sadece bedenlerin değil, düşüncelerinde yani ruhunda özgür olmasını istiyordu. Atatürk'ün sadece on yıllık zaman diliminde yaptığı işlere bakıldığı zaman yüzyıllar içerisinde başarılmasının dahi zor olduğu hemen anlaşılır.
O, sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin sulh içerisinde yaşamasını kabul etmiyordu. Türkiye Cumhuriyeti gibi tüm dünyada sulh içerisinde yaşamalıydı ki o zaman gerçek sulhun tadına varılabilsin. Çünkü O, dünyadaki tüm milletlerin büyük bir aile olduğunun farkındaydı. Aileden birinin dara düşmesi ailenin diğer fertlerine nasıl olumsuz etki yapıyorsa, dünya milletlerinin birinin sulh içerisinde olmaması diğer milletlere de öyle olumsuz etki yapacaktır. Bugün yangın yerine dönen Ortadoğu'ya bakıldığı zaman O'nun, neden dünyada sulh dediğini daha iyi anlıyoruz.
Atatürk'ü anlatmaya sayfalar yetmez. O, bütün dünyanın saygı duyduğu, tarihin seyrini değiştiren bir dâhidir. O, yetenekli olduğu kadar ne istediğini bilecek kadar şahsiyetli biriydi. Hedeflerine, yüreğinde ki inancı hiçbir zaman kaybetmeyerek yürüdü. O, uçurumun kenarına gelmiş bir milleti azmiyle uçurumun kenarından alarak tekrar kuvvetlendirmiş ve dünyada söz sahibi yapmıştır.
Ve yüreğimizdeki Atatürk sevgisi bir başkadır. Çünkü biz, yüce bir dağa eteklerinden değil, uzaklardan baktığımız için azametini kavrayabiliyoruz.