Hüzün dolu ama yaşanması bir o kadarda zevkli mazilerimiz vardı. Örneğin buğulanmış camlara sevdiğimizin ismini yazardık. Kış mevsiminin çok sert geçtiği o günlerde sokak lambasının altında lambanın sıcaklığı ile ısınmaya çalışarak sevdiğimizi beklerken aldığımız zevki bugün bize ne verebilir?
Eskiden yaşantılarımız bugünkü gibi renkli değildi. Siyah beyaz yaşantılara sahiptik. Siyah beyaz olan yaşantılarımız çok zordu. İmkansızlıklarla doluydu. Ama o siyah beyaz yaşantıların, yaşantılarımıza kattığı anlamı bugün ne katabilir? Bugünün renkli dünyasındaki yaşantılarımız sönük ve anlamsız.
Eskiden büyük zorluklar içerisinde yaşayan insanlar, her şeye rağmen yaşama kendilerini kapatmazlardı. Kapıları, komşuluğa, arkadaşlığa ve dostluğa her daim açıktı. Birbirlerine selam verdikleri zaman gözlerinin içi gülerdi. Eskiden şarkılar bile bir başka hüzünlendirirdi insanları.
Bugünün bütün girift yaşantılarına rağmen insanların içerisinde hala bir şeylerin canlı olduğunu hissediyorum. İnsanlar, şu kapitalizm tasmasını bir boynundan atsa, korkularının zincirlerini kırıp ruhunu bir özgür bırakabilse, yaşamın o önemsemediği ufak ayrıntılarda gizli olduğunun farkına bir varabilse ve şarkılar eskisi kadar kulağa hoş gelebilse içlerindeki insanlık birden canlanıverecek ve etrafta güller tekrar açacak. Güller demişken güllerin, eskisi gibi kokmadığının farkında mısınız?
Çocukluğumuzda annelerimizin pazardan dönmesini bekler ve geldiği an elindeki poşetleri kaparak meyvelere girişirdik. O meyvelerden aldığımız tatları şimdi alamıyoruz.
Neden mi?
Çünkü o yıllarda insanlar, birbirlerine karşı daha içten davranırdı. Komşuluğun kıymeti bilinirdi. İnsanlar, ahşap evlerde yaşardı ama kapılarını biri çalıp da Allah rızası için dediği zaman gönüller derya olup akar ve o kişi, kesinlikle eli boş gönderilmezdi. Yaşam, bu kadar lezzetli olunca meyvelerde tadından yenmezdi.
Geçmişten günümüze gelen şarkılarımız, hüzün dolu mazilerimizi hatırlatır bize. Ölsek de şarkılarda yaşamaya devam ederiz.