Eskiden insanların yaşamları çok sistemliydi. Örneğin Cumartesi günleri gezilir, tozulur ve alışveriş yapılırdı. Pazar günleri ise aile boyu banyo yapılır ve ardından çamaşırlar yıkanırdı. Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemeği ailecek saatinde yenirdi. Özellikle akşam yemeği sofralarında aile meclisi kurulur ve aile bireyleri düşüncelerini dile getirirdi.
Eskiden komşuluk ilişkileri de çok kuvvetliydi. Bütün mahalle birbirini tanırdı. İnsanlar, sevinçli ve acı günlerinde birbirlerine destek verirlerdi. Örf ve adetlerimiz, komşuluk ilişkilerinde en iyi şekilde yaşatılır ve yaşam daha güzelleşirdi. Komşular, birbirlerini ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı ise sevgi vardı. Komşuluk bağları geçmişte o kadar kuvvetliydi ki yaşanılan mahalleden kopulsa dahi yapılan o güzel komşuluklar, aradan yıllar geçse dahi unutulmazdı.
Televizyonlar yaşantılarımıza girmeden evvel insanlar, birbirleriyle muhabbet eder, çocuklar dışarıda oyunlar oynar, zaman çok iyi değerlendirilirdi. Televizyon icat edildikten ve her eve girdikten sonra insanların, birbirleriyle olan muhabbetleri kaybolduğu gibi tüm yaşam düzenleri de bozuldu. İnsanlar, zamanlarını artık eskisi gibi iyi değerlendiremiyorlar. Örflerini ve adetlerini unuttular. Adeta televizyonun kölesi haline geldiler.
İnsanların, insanlıklarını kaybetmeleri kendilerindendir. Zaman geçtikçe insanlar, birbirlerine karşı yabancılaşıyorlar. İnsanların, bugün içlerini daraltan sıkıntıları yaşama çarpılmış olmalarındandır. İnsanlar, yaşarken maça kızı daima ellerinde olsun istiyor ama yaşam denen oyunda maça kızı her zaman kazanmaya yetmiyor. İnsanlar, biraz susmalı, biraz durmalı ve düşünmeli.
Ve yaşamamak için bir sürü nedeni varken neden yaşamayı seçer insanlar?
Sahi! Hangi nakaratta kalmıştı insanlık şarkısı?