Yaşam, onu yaşamadan öğrenilmez. Güç, yaşam savaşını kazanmadan elde edilemez. Yaşam savaşını kazanmak için ise kendimizi öyle bir yetiştirmeliyiz ki adeta tek kişilik ordu olmalıyız.
Yaşama karşı savaş verirken öncelikle bizleri başarılı kılacak kabiliyetlerimizi ön plana çıkarmalıyız. Bu kabiliyetlerimizin yaşama karşı verdiğimiz savaşta en güçlü silahımız olduğunu hiçbir zaman unutmamalı ve bu kabiliyetlerimizi geliştirmeye yönelik eylemlerde bulunmalıyız.
Yaşamlarımızdaki olumsuzlukları düzeltmeye çalışmak enerjimizi boşa harcamaktır. Bu nedenle onları düzeltmek yerine yaşamlarımızdan çıkarmalıyız. Yaşama karşı verdiğimiz savaşta bizi yorgun düşüren bir diğer hususta bize rahatsızlık veren kişilere ya da olaylara gereğinden fazla önem vermemizdir.
Doğru bir yaşam stratejisi belirlemek için işe yaşamdaki fazlalıklarımızdan kurtulmakla başlamalıyız. Yaşamlarımızdaki karşıtlıkların bizi zayıflatmadığının, tam aksine güçlendirdiğinin bilincinde olmalıyız. Yıkıldığımız yerde yaşama boş bir sayfa açabilmeliyiz. Yaşamlarını anlamlı şekilde yaşayan insanlara baktığımız zaman bir değil, birkaç kez yaşamlarında boş bir sayfa açmayı başardıklarını görürüz. Onlar, bu zorun üstesinden yaşamlarındaki gerçekleri kabul edip, bu gerçeklerle savaşarak gelebilmişlerdir. Yani anlamlı hayat yaşayanlar, tek başlarına güçlü bir ordu gibidirler.
Yaşantılarımıza demir atmış değerlerimiz vardır. Bu değerlerimizin yaşantılarımıza neler kattığını sorgulamadığımız için yaşam karşısında verdiğimiz savaşta zayıf kalıyoruz. Yaşamda güçlü bir kişiliğe sahip olarak tek kişilik bir ordu olabilmek için bu değerlerimizi sorgulamalı, çığ gibi büyüyen isteklerimizin önüne geçmeli, altı haneli banka hesaplarının değil, yaşamla içli dışlı olmanın peşinde koşmalıyız. Kısaca 'Minimalizm' bir yaşam tarzını benimsemediğimiz sürece tek kişilik bir ordu olma şansımız yoktur.