Para kazanmayı ortak kaderleri haline getiren insanlar, aldıkları her nefesin bedelini çok ağır ödemektedirler. İnsanların dünyada en çok korktuğu aynı zamanda öfke duyduğu kavram sefalettir. İnsanları acımasız yapanda bu korku ve öfkedir.
Dünyada zenginler sözü geçen ve dünyada değişim yapabilecek güce sahip esas sınıf kabul edilirken, yoksulların dünyayı değiştirmeye yönelik hayalleri ise boş heves olarak görülmektedir. Bir bakıma yoksullara ayak takımı muamelesi yapılınca yoksullarda, bu güçsüzlüğün esiri olmamak ve kendi kaderlerine kendileri yön verebilmek için mal mülk edinme hevesine düşmüşlerdir. Dünyadaki birçok isyanın nedeni de zaten bu yoksulluktur.
Belki kimse farkında değil ama insanların paraya olan bu tutkusu, bu tutkunun yol açtığı rutin yaşam tarzı insanları fabrika malı haline getirdi. İnsanlar bir gün bunun farkına varır mı bilmem ama şu an yaşadıkları hayat ve bu hayatta hissettikleri duygular kendilerine ait değil.
İnsanın yaşamda en değerli lokması kendine yeterlilik olması gerekirken insan, en değerli lokma olarak gurur ve kibri görmektedir. Bu gurur ve kibir ise insanın, kendine karşı dahi dürüst olmasını engellemektedir. Özellikle kibri bilinç felsefesi haline getiren insanlar, bu felsefe doğrultusunda yaşadıkları sürece yaşamda asıl hedef olan mutluluğa hiçbir zaman ulaşamadan yitip gideceklerdir.
Egoist duygularla yaşama yaklaşan insanlar, televizyonun sesini kısar gibi vicdanlarından yankılanan gerçekliğin sesini kısmışlardır. İçinden gelen ‘Biz’ sesini işitmeyen insanlar, özünde ise dayanılmaz acılar yaşamaktadır.
İnsan, sıradan bir varlık olmadığının bilinci ile kendisini fabrika malı haline getiren çarka çomak sokmalı, aç olduğu sevgiye, saygıya ve bilgiye dört elle sarılmalıdır. Bunun içinde toplumun en fazla ihtiyacı olan şey fikir adamlarıdır. Ancak fikir adamlarının değeri değersizlik olunca, insanlarında düşünemeyen, vasat ve kendi egosuna yenik düşen bireyler olmaları gayet doğaldır.