Yaşamın küçük bir parçası olmak dünyanın en büyük günahıymış gibi herkes, büyük parça olmanın peşinde. Oysa ne güzel şeydir yaşamın küçük bir parçası olmak, küçük parça olarak mutlu olabilmek. Biz ise küçük parça olmanın güzel taraflarına hiç bakmadan küçük parça olmayı aşağılık olarak görüyoruz. Yaşamın büyük bir parçası olmayı başaramadığımız için kendimize isyan ediyoruz. Kendimizi lanetliyoruz.
Peki, yaşamın büyük parçası olunca mutlu olacağımızın garantisi var mı?
Nice insanlar vardır ki yaşamın büyük parçası olduğu halde mutsuz ve huzursuz bir yaşam sürmüş ve bu dünyaya gözleri açık veda etmişlerdir. Yine nice insanlar vardır ki yaşam, kendilerine kırıntı muamelesi yaptığı halde mutlu ve huzurlu bir şekilde doya doya yaşamışlardır.
Şunu da unutmayalım ki büyük parçalar, küçük parçaların bir araya gelmesiyle oluşur. Yaşamda esas egemen büyük parçalarmış gibi gözükse de büyük parçaları bir arada tutan küçük parçalardır. İnsan, küçük bir parça olunca yeryüzünü dolduran boş bir varlık olmaz. Yeter ki kendisine ait bir fikri, insanlığa söyleyecek bir sözü olsun.
Dünya tarihine incelendiğinde küçük parçalarla büyük parçalar dayanışma içerisinde olduğu zaman insanlık altın çağını yaşamışken, birbirlerini düşman gibi algıladıkları zaman insanlık çöküşe geçmiştir. Yani insanlığın tarihi seyrini küçük parçalarla büyük parçaların birbirlerine karşı olan tavrı belirler. Bu parçalar, birbirlerine tahammül eder ve birbirlerini benimserlerse toplumsal yaşam sağlıklı bir şekilde sürer.
Yaşamın küçük parçası olanlar, küçük oldukları için asla utanmasınlar. Yaşam, onları törpülüye törpülüye küçültmüştür. Onlar, acı çekmeyi yaşam karşısında yenile yenile öğrenmişlerdir. Onların acıları yüreklerinin ta derinliklerindedir. Ve bu acılar, onları dünyanın en olgun insanları yapar.