Bir bahar esintisiyle başlayan, çocukluğumuzda yaz sıcaklığıyla devam eden ömrümüz, yetişkinliğe geldiğimiz zaman neden kışa dönüşür?
Yaşantılarımıza o kadar çok kilit vuruyoruz ki kendi ellerimizle kendimizi öldürüyoruz.
Yaşam bir şekilde geçiyor ama yüreğimizdeki yaraların acısı da zamanla yüzümüze yansıyor.
Yüreğimizdeki yaralarımızın en büyük nedeni olarak gördüğümüz yoksulluğumuz, çaresizliğimize çare olmasa da zenginlerden daha huzurlu yaşadığımıza şüphe yok.
Yaşamımızın sürücüsü bizleriz. Direksiyonu elimizde olan yaşamımızın sorumlusu da bizzat kendimiziz. Bu yüzden direksiyonu uçurum istikametine döndürüp de uçurumdan yuvarlandığımız zaman sorumluluğu başkasının omuzlarına yüklememeliyiz.
Sokak lambasının altında üşüyen gariban gibi üşüyor yaralı yüreklerimiz. Rüzgarların çaldığı sevdalarımızın izini sürerken yaşamımızda mevsimin kışa döndüğünün farkına varamadık. Çakıl taşlarının yolları sardığı gibi etrafımızı saran çakal dostlar yüzünden kıyıya vurduk da kimseye bir şeyler diyemedik. Sessizce gömdük tüm acılarımızı yüreğimize.
Soytarıların yıldızının parladığı bir dünyada adam olanların boynuna ilmik geçiriliyorsa, hissettirmeden yapılan iyiliklerin bir değeri kalmamışsa, toplumdaki kötülüklere dur diyemiyorsak, içimizdeki çocuk bize küstüğünden ruhumuz yaşlanmışsa denebilecek tek bir şey var.
Yaralıyız.