Her insan, haksızlığa uğradığı zaman hakkını korumak için harekete geçer. Bu, insanın tabiatında vardır. Bir insanın hakkını koruması, kendisini dış dünyaya kabul ettirmesi ve kendisine olan özgüvenini geliştirmesi açısından da önem taşır.
Toplumdaki ilişkilerin sağlıklı olabilmesi için insanların, haklarını koruması en temel şarttır. Çünkü kendi hakkını koruyamayan insan, toplumdaki diğer bireylerin haklarına da saygı duymaz. Kendi içlerine kapanırlar ve zamanla kendilerine olan özgüvenlerini yitirirler. Sürekli yaşadıkları toplumdan rahatsız olduklarını dile getirseler de asıl rahatsızlık duydukları kendileridir.
İnsanın hakkını koruması değil, asıl hakkını korumaması suçtur. Herkes, legal sınırlar içerisinde kalmak şartıyla hakkını korumalıdır. Aksi takdirde kişi, hem kendine hem de topluma karşı dirençli hale gelir ki bu direnç, eninde sonunda öfke patlamasına yol açar.
İnsanlar, legal sınırlar içerisinde kalarak haklarını korudukları sürece güçlü bir kişiliğe sahip olurlar. Kendilerinden emin oldukları için davranışlarında herhangi bir tereddüt görülmez. Hakkını arayabilmenin insana kazandırdığı en değerli kabiliyet ise şüphesiz ‘Hayır’ diyebilmektir. Yaşamın sığ sularında ömürlerini geçirmektense yaşamın derinliklerine dalarak yaşamın sırlarına vakıf olmaya gayret ederler.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi insanın hakkını araması suç değildir ama hakkımı söke söke alırım anlayışı da tam bir ahlaksızlık olduğu gibi kendimize ve çevremize karşıda yapılan en büyük saygıızlıktır. Bu tür kişiler, bencilce sadece kendi haklarını düşündükleri için diğer insanları da rahatsız ederler. Ayrıca bu tür kişilerin şiddete daha eğilimli oldukları da aşinadır.
Hakkımızı sonuna kadar kollayıp gözetmeliyiz. Ama önce kendimize, sonrada çevremize saygı göstererek. Kendi hakkımızı ararken, başkalarının hakkını çiğnemeyerek.