Dünyaya geldik. İlk önce etrafımızdakileri tanıdık. Daha sonra kendimizi ve en sonda yaşamı.
Yaşamı tanıyana kadar aydınlık olan dünyamız, yaşamı tanıdıktan sonra karardı. Sanki gözlerimiz kör oldu da asla kurtulamayacağımız bir karanlığın içerisine hapsolduk. Ve o karanlık bizleri genç yaşta ihtiyarlattı.
Yaşam, nice dertleri ve belaları içinde barındıran bir balçık. Bizler ise o balçıkta bir yudum tatlı su aramak için çırpınıp duran garipleriz. Yaşamın tatlı suyundan içmek için çırpındıkça da farkında olmadan o balçığın bir parçası haline geliriz. Hani insanlar, yaşlandıkça yaşama daha fazla tutunmak istermiş ya o misal işte.
Yaşamda şunu unutmamak gerekir. Bir çiçek ağacın, ağaç ise çınarın boyuna ulaşamaz. Yani herkes, haddini bilerek yaşayacak. Bizler, çiçek iken çınarın dallarına gözümüzü dikersek yaşam denilen o balçıkta yorgun düşeriz. Benzimiz sararır, dudaklarımız kurur da yeniden güç bulabilmek için edebimizden taviz veririz.
Gönül, yaşamın bir balçık olduğunu unutarak arzuladığı her şeye ulaşmak ister. Gönlümüzü dizginleyerek terbiye etmeyi başaramazsak şeytanın ve nefsimizin en büyük dostu gönlümüz olur. O zamanda sadece bu dünya saadetimizi düşünerek yaşamaya başlarız ki işte asıl o zaman yaşam denilen balçığın içerisine saplanırız.
Bizler, tabutun içerisine girenden bi haber olduğumuz için yaşam denilen balçığın içerisinde yüzmeye çalışıyoruz. Ve Allah, hayvana bir gram akıl nasip etseydi hayvanlar bile bu halimize oturur ağlardı da akıl sahibi olan bizler, ağlanacak halimize niye güleriz?
Dünyada kış, ilkbahar, yaz ve sonbahar olmak üzere dört mevsim var. Bu dört mevsimde yaşanan doğa olayları, insan yaşamı içinde ibretlik bir örnektir. Bu dünyada kim olursa olsun kışı da, ilkbaharı da, yazı da, sonbaharı da görür. İnsanlar, ömürlerinin kış ve sonbahar dönemlerinde isyan etmeyerek sabır ederse, ilkbahar ve yaz dönemlerinde de şükür etmeyi unutmazsa yaşam denilen bu balçıktan alnının akıyla çıkmayı başarır.