İnsanlar, dünyadaki en kıymetli varlıklarının yaşadıkları an olduğunun bir türlü farkına varmazlar. Bu yüzden olacak ki insanlar, ilerleyen zaman karşısında eskiye özlem duyarlar. Eskiden yaşananlar, eski arkadaşlar, eski dostlar, kaybedilen yakın akrabalar yad edildiği zaman insan, içten gelen sarsıntı ile öyle bir 'ah' çeker ki o 'ah' içinde bulunduğu bütün boşluğu doldurur. O günleri sualsizce, sorgusuzca, her anının kıymetini bilerek tekrar yaşamak ister. Geçmiş fotoğraflara baktığımız zaman ne insanları bir hiç uğruna kaybettiğimizi anlarız ki yüreğimize damlayan şıpır şıpır kanlar, daha sonra gözlerimizden yaş olarak dökülüverir. Belki de insanın bir yanı eksik kaldığı için bir tarafı hep çocuktur. Ve insanın, hiç büyümeyen o çocuk tarafı yüreğini ince ince sızlatır.
Her şeye rağmen insanın, rüzgarlar, fırtınalar, kasırgalar karşısında ayakta kalmayı başaran bir çınar gibi yaşama tutunması gerekir. Yaşam kendisini yıkmış olsa bile bir çınar kadar güçlü olarak küllerinden yeniden doğmasını bilmesi gerekir. Sonuçta çınar yıkılsa da gövdesi ayakta kalır.
Ve insanı yaşamda bir çınar kadar güçlü yapacak tek şey fikirleri ve bu fikirleri doğrultusunda gelişen ideolojisidir. İnsanın, yaşamda savunduğu ideolojisinin dar kalıplı olmaması için fikirlerini belli kalıplar içerisine sıkıştırmadan dünyaya geniş pencereden bakması gerekir. İdeolojiler, dar kalıplar içerisine sıkıştırıldığı zaman insana fayda yerine zarar vermeye başlar. Öyle ki o ideolojiler, yaşantılarımızın dikeni olur ve o diken, çevremizdekiler bizlere yaklaştıkça onlara battığından dolayı çevremizdekileri bizden koparır. Dar kalıba sıkıştırılan ideolojiler, topluma tedirginlikten ve bölünmüşlükten başka bir şey getirmez.
Dar kalıba sıkıştırılan ideolojilerin insana verdiği en büyük zarar ise şüphesiz insanı arayışa itmemesidir. Dar kalıplı ideolojiler, insanları sunulmuşları kabule zorlar. Dar kalıplı ideolojiler içerisinde sayılabilecek sağ-sol, ülkücü-devrimci gibi ideolojiler uğruna insanlar ölüyor ama bu insanlar, savunduğu ideolojinin nasıl bir düşünce tarzı geliştirdiğini, neyin mücadelesini verdiğini bilmiyor. Sadece sunulmuşlar uğruna yitip giden yaşamlar, sönen ocaklar.
Bu tür dar kalıplı ideolojiler için en önemli unsur taraf olmakla birlikte kendilerine fare olarak gösterilen insanları ezmek ya da bu uğurda fare gibi ezilmek. Bu tür dar ideolojileri savunan insanlar, akıntıya kürek çektiklerinden dolayı ne kendilerine, ne topluma, ne de insanlığa gelişim açısından hiçbir katkı sunmazlar. Bu tür dar kalıba sıkıştırılan ideolojiler, insanı fikri açıdan öyle bir zehirler ki baba ile oğulu, kardeşleri, hısımı, akrabayı, komşuyu birbirine düşman eder. Bu tür ideolojilerin topluma ödettiği faturalar taksit taksit olduğu için topluma verdiği acıların sonu yoktur.
Toplumlardaki işleyiş sistemi ile insan vücudunun işleyiş sistemi birbirine çok benzemektedir. Zehirli bir gıda insan vücuduna girdiği zaman nasıl vücudu zehirler ve insanı öldürürse toplumları da zehirli fikirler ayrıştırır, toplumdaki güven ortamını yok eder, toplumda korkuya, tedirginliğe, hazımsızlığa yol açar. En sonunda da toplumu yok eder.
İnsanlar, günümüzde tıpkı geçmişteki gibi bi taraf olup bedbaht olmamak için taraf olmaya zorlanıyorsa, gençlerimize bilgi ve teknoloji çağının eğitimi verilemiyorsa, gençlerimiz geleceklerinden korkuyorsa, toplum, fikir üretmek yerine kendilerine medya yolu ile servis edileni kabule zorlanıyorsa, zıt fikirler hazmedilemiyorsa, kimse, geleceğin fotoğrafının iç açıcı olduğundan bahsedemez.
Savundukları ideolojiye geniş bir pencere açan insanlar, sürekli bir arayış içerisinde olurlar. Savunduğu ideolojiyi daha ilerilere taşımak için ideolojileri üzerine söyleşi yapmaktan, sakıncalı gördüğü yerleri dile getirmekten korkmazlar. Onlar, yüreklerindeki yangını koltuk sevdasıyla değil, bilgi denizi ile söndürmeye çalışırlar. Onlar, bilgi denizinin içerisinde bir stajyer olduklarını hiçbir zaman unutmaz ve sürekli o bilgi denizinden beslenmeye gayret ederler. Onlar, zıt fikirlerin çatışmasından değil, hemhal olarak topluma fayda vermesinden zevk alırlar.
İçi zehir dolu fikirlerle yalnızlaştırılan toplumun yüreğindeki yediveren güllerinin açmasını sağlayacak bir ilk umut her zaman vardır. bu ilk umut, bazen bir ceylanın gözlerinde, bazen geceyi taşıyan yıldızlarda, bazen masmavi gökyüzünde ya da deniz sularında saklı olabilir. Önemli olan yaşama geniş bir pencereden bakarak bu ilk umuda ulaşmak için arayış içerisinde olmaktır.
Kış güneşi kadar kıymetli, bir çocuğun yüreği kadar masum, Mevlana kadar bilgili ve hoşgörülü, bir kuş kadar özgür topluma ulaşmak dileğiyle…