Her insan, kendi yaşamını yazmak için düş kurar. Düşlerimizde daima iyi şeyler düşlesek de yaşamın kötü kancaları yakamızı bir türlü bırakmadığı için çoğu zaman elimizi düşlerimize uzatamayız.
Yaşamın tehlikelerinden korunmak için içgüdülerimize biat ederek yaşamak gerektiğine inandığımızdan dolayı yaşantılarımız psikanalitik yıkımlarla doludur. Yaşantılarımızın o iyi düşleri ise bu yıkıntıların arasında yok olup gittiğinden günümüz insanları gerçek kimliklerini dahi unutmuşlardır.
Yaşantılarımızın odak noktası bu musibet yıkımların iyileştirilmesi olunca bizleri derin düşüncelere sevk ederek ufkumuzu genişletecek ilham kaynaklarımızda kurudu. İnsanların, yaşama isyanındaki ana sıkıntı maddi yoksulluk gibi gözükse de esas sıkıntı fikri yoksulluktur. Yaşamlarında bir amacı olmayan insanlar, sürekli birbirlerini suçlamaktalar ve sürekli gerginler.
Fikir, bilgiden türer. Ancak cehaletini kabul etmeyen ve kendine özgü bir bilgelik geliştiren insanlar, empati yeteneğini kaybettiğinden yıkıcılığı ve kurnazlığı ile yaşamı, kendi eliyle kendi aleyhine döndürmektedir.
Yaşamın benzini öfke, ateşi ise nankörlüktür. Bu ikisini bir araya getirmediğimiz sürece düşlerimize ihanet etmemiş oluruz. Ama yaşam, çok tehlikeli ve sinsi bir şekilde savaştığı için çoğu zaman bu ikisi bir araya gelerek düşlerimizi yakar. Düşlerimiz yanıp kül olunca da yaşantılarımız aksak bir hat üzerinde ilerlemektedir.
Düşlerimizle yaşantılarımızı aynı noktada buluşturamazsak da düşlerimizin kıymetini bilmeli ve onları korumalıyız. Çünkü düşlerimizin varlığı dahi yaşantılarımıza vazgeçemediğimiz ayrı bir keyif katmaktadır. Yaşamdaki sevgimiz ve samimiyetimiz bir koşula bağlı iken, düşlerimizdeki sevgimiz ve samimiyetimiz koşulsuzdur. Düşlerimiz geleceğimizdeki umut, başarılarımızdaki güç kaynağımızdır. Yorgun düştüğümüz şu yaşamda bizleri ayakta tutan enerjimizdir. Bir nefes kadar muhtacızdır düşlerimize.