Hepimiz, kendi irademiz dışında kurulan bir sistemin içerisine doğuyoruz. Sistemin bir üyesi olacak yaşa geldiğimiz zamanda sisteme sıkı bir şekilde monte ediliyoruz. Kıpırdama şansımız yok. Monte edildiğimiz yerde yaşamaya mahkumuz.
Adına dünya sistemi diyebileceğimiz bu sistem, bize her hakkı verir ama o hakların birçoğundan faydalanma imkanını vermez. Çünkü sisteme monte edildiğimiz yer, o hakkı kullanmaya müsaade etmez. Örneğin bir işçinin evladı olarak dünyaya gelmişseniz bir işadamı olamazsınız. Olmaya kalkışırsanız dünya sistemindeki dengeye yönelik bir tehdit olarak algılanacağınızdan dünya sistemi tepenize çöker.
Hepimiz, bir yürek taşıyoruz. Bir ruh taşıyoruz. Yaşama emek vererek helal kazanç elde etmeye çabalıyoruz. Bir yol edinmişiz kendimize bir istikrar doğrultusunda yaşıyoruz. Biz, başarılı olmak için ne kadar çabalasak da dünya sistemi bizi monte edildiğimiz yerden daha üst katmanlara taşımaz. Bu yüzden ölü yaşamlar yaşıyoruz.
İyi anlayın hayatı! Bu sözü çok kez duysak da hep kulak arkası ederiz. Çünkü hayatın haksızlıklar mezarlığı olduğunu biliriz. Yaşadığımız hayatın bizi hak ettiğimiz yere taşımadığının farkındayızdır. Dünya sisteminin bizi monte ettiği yerden kımıldamaya kalktığımız zaman sistemin ahtapot kollarının bizi boğacağını biliriz.
Yaşam aynasında hiç kendimizi görmeyiz. Çünkü o aynayı hep başkalarının üzerine tutar ve başkaları üzerinden prim yapmaya çalışırız. Sanki kendimizin prim yapacak hiçbir özelliği yokmuş gibi. İşte kendimizi küçümsediğimiz için sistemin oyuncağı haline geliyoruz. Sistemde istediği gibi bizimle oynuyor.
Oysa dünya sisteminin oyuncağı olmaya mahkum değilizdir. Bunun bilincinde olarak, yaşam karşısında centilmenliğimizi kaybetmeden sistem karşısında dik durarak, film içinde film çevirmeden dürüst olarak, karakterimizi koruyarak irademiz doğrultusunda yaşayabiliriz.
Unutmayalım ki mücadele edip adam gibi kaybetmek, baştan kabullenip oturmaktan evladır.