Yaşamdan istediğini elde edemeyen insanlar, ruhsal olarak örselendiğinden defansif pozisyonda yaşayarak çevresindekilere mesafeli durmaktadır. Dış dünyalarının bir şekilde işgal edildiğinin farkında olan insanlar, toplumsal yaşam içerisinde duygularını paylaşarak etrafına pozitif ya da negatif enerji yaymak yerine iç dünyalarına yönelmektedir. İç dünyalarında yaşadıkları çatışmalar neticesinde içlerinde biriktirdikleri negatif enerji ise toplumsal yaşama öfke olarak yansımaktadır. Günümüzde toplumsal şiddetin artmasındaki en büyük etkende bu öfke yansımalarıdır.
Kendimizi sürekli başkaları üzerinden topluma yansıtmaya çalışıyoruz. Buna yansıtmalı özdeşimde diyebiliriz. Bir bakıma başkaları üzerinden prim yapmaya çalışmamızın en tehlikeli tarafı ise gerçek, sevgiye ve saygıya dayanan, yaratıcı ilişkiler geliştiremememizdir. Çünkü başkaları üzerinden prim yapmaya çalışırken sürekli kendi çıkarlarımızı düşünmekle birlikte saygınlığımızın artması için çevremizdekilerin bize itaat etmesini isteriz. Bir ilişkide çıkar ve itaat elde etmemiz mümkün değilse o ilişkiyi derhal sabote etmeye çalışırız. Kendi ideallerimiz ve fikrilerimiz doğrultusunda değil de çevremize göre düşünmeye başladığımızdan dolayı zamanla kendi düşüncelerimize karşı yabancı hale geliriz. Bu da kendi kişiliğimizden dahi bizi şüpheye düşürür. Daha dünyada yaşarken cehennemin kapılarının sonuna kadar aralanması bu demek olsa gerek.
Yaşamda kendimizi her alanda zirveye adapte ettiğimizden kendimizi yaşayamıyoruz. Her şeyimiz prestij olmuş. Sevmek, üretmek ve bilinçli yaşamaktansa prestijli olmak öncelikli hedefimiz. Ömrümüz, insanların gözünü boyamakla heba oluyor. Çevremizdekilerin bize bakış açısı, hakkımızda ne düşündükleri bizim için bu cehennem kapısından içeri gönül rızamızla girecek kadar önemli.
İnsanların en değerli sermayeleri ömürleridir. Ama insan, para denilen sermayesinden başkaları borç istediğinde kırk düşünüp bir vermiyor da ömür denilen en değerli sermayesini başkaları için cömertçe harcayabiliyor. Ömür denilen sermayemizin tasarrufunu başkalarının insafına bırakınca o başkaları da bizi, kendilerine bağımlı hale getiriyor. Sonuçta geçen ömürden geriye bir posa kalıyor.
Yaşam, güç, itaat, cinsellik ve onay üzerine kurulmuş bir tiyatro değildir. Yaşamı böyle algılarsak çok iyi bir asalak olmaktan öte yol alamayız. Yaşamlarımızda cehennemin kapılarını kapatıp, cennetin kapılarını açmak için üretimi biz olan hayallerimizin peşinde koşmalıyız.