İnsanlar, kendilerini çocuksu bir oyunun büyüsüne kaptırmışlar. Bu oyunun büyüsünü bozacak her şeye düşmanlar. Bu çocuksu oyunun etkisine kapılan insanlar, kendilerini dışarıya öyle bir kapatırlar ki cehennem zebanisinin soğuk nefesini enselerinde hissetseler yine de kendilerini dışa açmazlar.
Çocuksu oyunun büyüsü ile yaşamın gerçeklerinden uzaklaşan insanlar, psikolojik olarak rahatlarlar. Ancak zihin, yaşamın gerçeklerinden uzaklaştıkça uyuşmaya başlar. Zamanla düşünmek, sorgulamak, öğrenmek gibi işlevlerini yerine getiremez. Yine zamanla yozlaşarak asosyal bir varlık haline gelen insan, kendi gücüne öyle bir inanır ki etrafındaki insanlarla birlikte hareket etmeyi acizlik olarak algılar.
Çocuksu oyun, öyle bir oyundur ki insanın zihnini körelten, gönlünü sevgiden, iyilikten yoksun bırakarak kurutan, insanın ömrünü güve gibi yiyip tüketen sinsi bir düşmandır. Ne yazık ki kendini kısır bir döngünün içerisine hapseden insan, bu oyunu oynamaya mahkumdur. Çünkü çocuksu oyun, insanın içinde bulunduğu hapishaneden çıkış için vizesidir.
Ama insan, bu çocuksu oyunu öyle bir sinsi oynamalıdır ki sinsi düşmanından daha sinsi olmalıdır. Aksi halde yaşamın en zayıf halkası haline gelir. Kendi kendine ürettiği korkuları yumuşak karnı olur. Bu yumuşak karın ise insanları samimiyetsiz, kişiliksiz ve karaktersiz bir varlık haline çevirir.
İnsanlar, sınırlarının ve yapabileceklerinin farkında olsalardı kimseye minnet etmeden, korkularıyla yüzleşecek kadar cesur olurlardı. İçlerini, içten içe kemiren huzursuzlukla başa çıkabilirlerdi. Kendi kendilerinin rehberliğini yaparak sevgiyi, ruhlarının derinliklerine işlerlerdi. Yaşamlarındaki acı deneyimleri tecrübeye dönüştürerek yaşama bakış açılarını genişletirlerdi.