Öyle bir girdap içerisindeyim ki ruhum yorgun, ben yorgun, yıllar yorgun, şöyle bir etrafıma bakıyorum da baktığım her şey yorgun.
‘Ne umduk, ne bulduk?” modunda yaşarken kendimizi unuttuk. İçimiz dalgalı bir deniz, dışımız yürek çarpıntısı. Bedenimiz üşürken, ruhumuz titriyor da ısınmak için sarılamıyoruz yanı başımızda duran hayata. Yaşantılarımızın en güzel vakitlerini değersiz bozuk para gibi düşünmeden harcarken, gençliğimiz utandı da bizim umurumuza dahi gelmedi.
Yalanlar söylemesini istedik ya hayattan, hayatta istediğimiz yalanları kulağımıza fısıldayarak incitti bizi. En sevdiğimize dahi dilimizle gitme diyemediğimiz, ama gönlümüzden ‘Ama gitme’ diye haykırdığımız gün yenildik hayata. Aslında yenildiğimiz hayat değil, gururumuzdu. Biz, bunun dahi farkında değildik.
Adını koyamadığımız hayatlar yaşadık da umutlarımızı hep öteki tarafa erteledik. Biçare hayatlar yaşadık, gönlümüzden hicran, gözümüzden hiç nem eksik olmadı ama sallanmadan dimdik ayakta kalmayı başarabildik. Senelere yenilmedik de kendimize yenildik ya yanacaksak ona yanalım.
Yahya Kemal Beyatlı ne diyor;
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Nafile beklentilerimizdir yaşantılarımızı girdabın içerisine sürükleyen. Belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayallerimiz. Yaşam aslında büyük göçe yapılan bir yolculuktur. Bu yolculukta yükü hafif olan yol alır.
Biz ne yapıyoruz?
Yükümüzü ağırlaştırmak için dünya malına o kadar çok temayül ediyoruz ki yüklendikçe yükleniyoruz. Ancak şunu unutmayalım ki sırtımızdaki yük ne kadar ağır olursa ruhumuzda o kadar körelir.