Hepimiz, modern ve koca koca şehirlerde yaşam sürüyoruz. Etrafımıza bir göz gezdirdiğimiz zaman bizim gibi yaşayan binlerce, onbinlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca insan olduğunu görürüz.
Sonuçta hepimiz, modern çağın kalıbının ürünüyüz. Sabah yataktan kalktığımız gibi kendimizi adına ekmek parası dediğimiz bir koşuşturmaca içerisinde buluyoruz. Akşam eve geldiğimiz zaman kafamız bir milyon, vücut yorgun ama çoluk çocuk, yemek derken gecenin nasıl olduğunu anlayamıyoruz. Biraz kafa dinleyelim diyoruz ama çok bitkin olduğumuzdan kendimizi yatağa zor atıyoruz. Sabah kalkıyoruz yine aynı koşuşturmaca. Derken bakıyoruz ömür bitmiş.
Burada düşündürücü olan ise sıradan ya da monoton hayatlar yaşamamıza rağmen neden yalnızız?
Neden birlik ve beraberlik içerisinde yaşamlarımızı güzelleştirip anlamlandıramıyoruz?
Bu soruların cevabı aslında çok basit. İnsanı bir gül olarak düşündüğümüz zaman biz, bu gülün hep dikenli tarafını görüyoruz. Gülün etrafa yaydığı güzel kokuyu ise algılayamıyoruz. Modern yaşam, bizleri ayrıştırmış. Kardeş kardeşe, komşu komşuya, baba evlada güvenemez olmuş. Bunun içinde sürekli bir bocalama içerisindeyiz. Biz, böyle bocaladıkça da yaşamın acımasız çarkları bizi ezip geçiyor.
Gülün dikeni canımızı acıtırken niçin bireyselleşmekte bu kadar ısrarcıyız?
Niçin ‘Tek Adam’ olma gayretindeyiz?