İnsanlar! İnsanlar! İnsanlar!
Hepimiz, insanlardan uzak bir yaşam diliyoruz. Bizleri, insanlardan uzaklaştıran ise sevgisizilik ve merhametsizlik. Öyle ki candan seven dostlarımızın olması, işimizin tıkırında gitmesi dahi çevremizdeki insanları kıskandırıyor.
Peki, ne yapalım insanların bizi sevmesi için?
İlla başarısız mı olalım?
Acınacak duruma mı düşelim?
O zamanda sevmezler. Akıllı olsaydı da bu hale düşmeseydi derler. Aynı sözleri tekrar ede ede hakkınızda bir dünya dedikodu üretirler.
Çoğu zaman düşünürüz insanlar niye böyle? Hatayı da tam bu noktada yapıyoruz? Çünkü ilk önce kendimize, sonra insanlara bakacağız. Yani çuvaldızı ilk önce kendimize batıracağız. Böylelikle birbirimizi bir kitap gibi okuyacağız, anlayacağız ve değer vereceğiz. Aramızdaki sınıf ayrımlarına son vererek bugüne kadar farketmediğimiz, sessiz ve sedasız yaşayan insanların farkına varacağız.
Ama çuvaldızı bir türlü kendimize batıramıyoruz anne! İç alemimizde farklı sorunlar, dış alemimizde farklı sorunlar. Sorumluluklarımız. Omuzlarımızdaki yük çok ağır anne! Ama insanlar, omuzlarındaki bu ağır yüke rağmen birbirleriyle uğraşma takatini kendilerinde buluyorlar. Herkes fırsatçı, hani birinin başına bir iş gelse ‘Oh oldu!’ diyecek kadar da kötü. Anlayacağın etraf çok karanlık anne!
Bu karanlıkta kimin pusuya yattığını göremiyor insan. Bunun sıkıntısı insanı, tek başına boğmaya yetiyor. İnsanların kusurlarını görmediğin sürece hoşsun, güzelsin. Kusurlarını gördüğün ve iyi niyetle uyardığın an hal ve tavırlar hemen değişiveriyor. Ama arkadan konuşunca hiçbir tepki almıyorsun.
İnsanlar, bir garip olmuş anne! Etraf çok karanlık, kimin nerede pusuya yattığı belli değil anne! En iyisi her şeyi sineye çekmek ve susmak galiba.