Dünya ekonomisinde gelirin yarısı nüfusun %15'ine gidiyor. Dünyada nüfusun %75'i ortalama gelirin altında kazanca sahipken, %50'si yoksulluk, %10'uda açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürüyor. Açlıktan ölenlerin sayısı ise yıllık ortalama 600 bin.
Yukarıdaki değerlerden basit bir istatistik elde edecek olursak dünya ekonomisinde nüfusun %15'i gelirin %50'sini, geri kalan %85'lik kesim ise diğer %50'lik dilimi paylaşıyor.
Özgürlükçü, ilerici ve barışçı söylemlerden bahsedenlerin, mevzu bahis ekonominin dengeli paylaşımı olunca serbest ekonomi piyasasından bahsetmeye başlamaları ve uçuk boyutlara ulaşmış gelir dağılımındaki adaletsizliği savunmaları özgürlükçü, ilerici ve barışçı söylemlerinde ne kadar samimiyetsiz olduklarının ve bu söylemlerle bir uyku hapı gibi insanları uyutmaya çalıştıklarının göstergesi değil midir?
Günümüzde yapılan sosyal araştırmalar, insanlığın moral değerlerden her geçen gün uzaklaştığını ve bir noktada kırılışın gerçekleşeceğini gösteriyor.
Dünya geneline bakıldığı zaman Venezuela, Güney Amerika, Afrika, Ortadoğu cadı kazanı gibi kaynıyor. İngiltere, ABD gibi süper güçlerin oyuncağı haline gelmiş halklar, kan ve gözyaşı içerisindedir.
Bilim ve teknolojideki çok hızlı gelişimin bu yaraya merhem olması beklense de bu alanlardaki gelişim hızı, küresel problemlerin ve toplumsal sıkıntıların gelişim hızının gerisinde kalmaktadır. İnsanlık, bu halde 2050 yılına vardığı takdirde çok hazin bir tablo ile karşı karşıya kalacaktır.
İşte 2050 yılındaki o hazin tablo;
10 milyarı geçkin dünya nüfusu, 16 derece ortalama sıcaklık, %20'si yok olmuş ormanlar ve artan çölleşme oranı, olumsuz şekilde değişen iklim ve göç halinde bir milyardan fazla insan.
Sonuç ise Boommm!